ERGENOKON DESTANI
Ergenekon
Destanı |
|||
Ergenekon
Destanı, Bozkurt Destanı'nın ana
çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın
serbestçe genişletilmiş biçimidir
diyebiliriz. Daha doğrusu Bozkurt Destanı ile kaynağını belirleyen
Türk soyu,
Ergenekon Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve
büyüyüş dönemlerini
anlatmıştır.
Çin
tarihlerinin de yazmış olduğu Bozkurt Destanı'nın bittiği
yerde, Ergenekon Destanı başlar. Bozkurt Efsanesi'nin devamı, Ergenekon
Destanı'dır. Ergenekon Destanı, Cengiz Han çağında
moğollaştırılmıştır. Ancak
bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça
Kök Türkler ile ilgilidir.
Kök
Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş
ve 200 yıl
yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir
devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane
alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir.
Ayrıca, Ergenekon
Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda
demirci, dağda
demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek
Bozkurt'un
önderliğinde Ergenekon'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki,
Göktürkler'in
ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka
devletlere silah
olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle
dolu dağların
eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne
çıkmışlardı. Sonradan
kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir.
Göktürkler'in
temel
toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin
bulunduğu bir
yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve
Türkler tarafından
mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk
savaş endüstrisinin en önemli
özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in
işlettikleri demir ocakları ve
dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden
ürettikleri kılıç, kargı, bıçak
gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek,
orak gibi tarım
araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa,
Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra,
yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran
Moğollar, demirciliği
bilmezlerdi.
Cengiz
Han zamanında Moğollar'a elçi olarak
gönderilen Çin'deki
Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu ''Meng-Ta
Pei-lu'' adlı ünlü
seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi
bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını,
Moğollar'a demir
silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten
Moğollar,
demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında
demircilik, o çağın
Moğol düşüncesine göre büyücülere
özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt,
Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı
köpektir.
Ergenekon
Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından
çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da
dağların demir madeni
içeren bölümlerini eritip bir geçenek
açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek
için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve
yetmiş deriden yetmiş körük
yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları
ile
birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın
mitolojik sayıları
ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer
verilmesi, bu
efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu,
Türkler'e ait olduğunu
gösterir.
Mağaralar,
Türk mitolojisinde ve Türk halk
düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca
Göktürk efsanelerinde,
Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da
böyledir.
Göktürk efsanelerinin, Bozkurt ve Ergenekon destanlarındaki
motiflerin ufak
değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de
bulabiliriz. Hatta
islami hikayelerde bile:
Bir
Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz.
Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört
çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü
Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne
çıkan bir geyiği kovalar. Geyik
bir mağaradan içeri
girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan
geçerek
büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır.
Dikkat edilirse, bu
Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk
gencini
götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova
da yine Bozkurt Destanı'ndaki
kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek
götürdüğü ovanın aynısıdır.
Ayrıca yine bu ova, Ergenekon Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt
tuttukları ovanın aynısıdır.
Asya
Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının
başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en
önemlisinde, devletin ileri
gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın
başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı
gösterilir. Aynı törenler,
Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen
Ata Mağarası, Bozkurt'un
Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve
Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır.
Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da
kayaları mağara
biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına
kurban sunarlardı. Bu
kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları
dikilir, o bölgede kutsal
bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise,
bütün milletçe bunlara
inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca,
Aybek
üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in
kökenine ilişkin ''Ay Ata Efsanesi''nde
de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de,
Türkler'in ilk
atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. Ay Ata Efsanesi'ndeki
mağara,
ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.
Ergenekon
Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift
sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp
çoğaldıkları, etrafı aşılmaz
dağlarla çevrili kutsal toprakların
öyküsüdür. Ergenekon Destanı'nın önemli bir
çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek,
demirden ve en iyi
çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve
övüncü idi. Ergenekon
Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan
kahramanlarını da
ölümsüzleştirmişlerdir.
Ergenekon
Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu
Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından
saptanmıştır.
Reşideddin, ''Câmi üt-Tevârih'' adlı eserinde
Ergenekon Destanı ile ilgili
geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, -yukarıda da değinildiği
gibi-
bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır
(Ergenekon
Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin
Ögel'in, Türk
Mitolojisi [1.cilt, 59-71. sayfalar] adlı yapıtında geniş bilgiler
vardır).
Ergenekon
Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın
17.yy.da yazmış bulunduğu ''Şecere-Türk'' (Türkler'in Soy
Kütüğü) adlı esere de
kaydedilmiştir.
Yakup
Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki
Anadolu'yu, Ergenekon'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır.
Ergenekon
Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk
destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez
Türkler'e yol
göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır.
Bir
rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta
çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz
Bayramı) olarak
verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9
Martta başlamış, 21
Martta da tamamlanmıştır.
Destan
aşağıda özetlenmiştir:
Türk
illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen,
Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri
kıskandırıyordu.
Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine
yürüdüler. Bunun üzerine
Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya
topladılar; çevresine hendek kazıp
beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün
savaştılar. Sonuçta
Türkler üstün geldi.
Bu
yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları,
beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki:
"Türkler'e
hile
yapmazsak halimiz yaman olur !"
Tan
ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını
bırakıp kaçtılar. Türkler,
''Bunların
gücü
tükendi, kaçıyorlar'' deyip
artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i
görünce birden döndü. Vuruşma başladı.
Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre
öldüre çadırlarına geldi.
Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara
kıl çadır bile
kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan
geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O
çağda Türkler'in başında İl Kagan vardı. İl Kagan'ın
da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm
çocukları öldü. Kayı
(Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kagan'ın bir de Tokuz
Oguz
(Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz
Oguz
tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar,
atlarına atlayarak
kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada
düşmandan kaçıp gelen develer, atlar,
öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler:
"Dörtbir yan düşman dolu.
Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt
tutalım, oturalım."
Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri
yoldan başka yolu olmayan bir yere
vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at
olsun güçlükle
yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp
paramparça olurdu.
Türkler'in
vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar,
türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri
görünce, ulu Tanrı'ya
şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın
sütünü içtiler. Derisini
giydiler. Bu ülkeye "ERGENEKON" dediler.
Zaman
geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un
birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu
oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu.
Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma
çocukların bir bölümüne
Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken.
Yıllar yılı bu iki yiğidin
çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar,
çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan
dört yüz yıl geçti.
"Atalarımızdan
işittik; Ergenekon dışında geniş
ülkeler, güzel
yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların
arasını
araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan
çıkalım. Ergenekon dışında kim bize
dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz
de onunla
düşman olalım."
Türkler,
kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan
çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir
demirci dedi ki:
"Bu
dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek,
belki
dağ bize geçit verir."
Gidip
demir madenini gördüler.
Dağın geniş yerine
bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını,
üstünü, yanını, yönünü
odun-kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş
büyük körük yapıp, yetmiş yere
koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler.
Tanrı'nın yardımıyla demir dağ
kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli
yol oldu.
Sonra
gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden
geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde
dikildi, durdu. Herkes anladı
ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da
Türk milleti. Ve Türkler,
Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal
gününde
Ergenekon'dan çıktılar.
Türkler
o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün,
Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük
törenler yapılır. Bir parça demir
ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kaganı kıskaçla
tutup örse koyar,
çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de
aynı işi yaparak bayramı kutlarlar.
Ergenekon'dan
çıktıklarında Türkler'in kaganı, Kayı
Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi.
Börteçine bütün illere elçiler
göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını
bildirdi. Ta ki, eskisi gibi,
bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi
iyi karşıladı,
Börteçine'yi kagan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı
çıktı. Karşı çıkanlarla
savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni
dört bir yana egemen
kıldılar.
Türk
Beğleri, Ergenekon'dan Çıkış Gününü Kızgın Demir
Döğerek Kutluyorlar. |
ÇOK GÜZEL OLMUŞ EMEĞİNİZE SAĞLIK
YanıtlaSil